MAHALLE BAKKALINI YEM ETMEYECEKTİNİZ Esas sorun, çok sayıda insanın yeter miktarda kazanması yerine, az sayıda insanın çok kazanır hale ge(tiri)lmesinin tercih edildiği sistem....
MAHALLE BAKKALINI YEM ETMEYECEKTİNİZ Esas sorun, çok sayıda insanın yeter miktarda kazanması yerine, az sayıda insanın çok kazanır hale ge(tiri)lmesinin tercih edildiği sistem. Tarih 30 Ocak 2010. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan bir alışveriş merkezi açılışına katılır. “Eskiden sokak aralarında bakkallar vardı. Bugün hayatın gerçeği alışveriş merkezleri… Türkiye değişiyor, gerçekler ortada” der. Büyük balığın küçük balığı yutacağını, bunun, doğanın bir kanunu olduğunu söyleyen Erdoğan, çaresiz kalacak olan bakkallara da birleşip marketleşmelerini önerir. Mahallenin bir köşesindeki dükkânda geçimini sağlamaya çalışan bakkal, başka bir konumdaki bakkalla nasıl birleşip de market olacağını anlayamamış olsa gerek, birleşip de market oluşturan iki ya da daha fazla bakkala ben şahsen hiç rastlamadım. Ama iktidarın desteğiyle pıtrak gibi çoğalan, ilçelerde dahi şubeler açmış olan zincir marketleri her yerde görüyoruz. Bunların iktidarla olan ballı ilişkileri konusunda da çok sayıda spekülasyon duyduk, ama konumuz bu değil. Konu, çok sayıda insanın yeter miktarda kazanması yerine, az sayıda insanın çok kazanır hale ge(tiri)lmesinin tercih edildiği sistem. Küçük esnafın varlığının sosyolojik anlamdaki getirilerinden bahsetmiyorum bile. Mahalle bakkalı toptancıdan alışverişini yapar, işletmesini devam ettirebileceği, geçinebileceği ölçüde kârını koyar, fiyatını belirlerdi. Fiyatı yüksek bulan da almaz, gider başka bakkal(lar)dan alışverişini yapardı. Tüm bakkallar da tek bir merkezden yönetilen şubeler olmadıkları için ortak hareket edip beraberce fiyat yükseltme gibi eylemlerde bulunmazlardı. Her tür teşvikten yararlanan zincir marketlerin karşısında, sigorta primini ödeyemediği için kredi bile alamayan küçük esnaf; bunun yanı sıra stoklama, toplu alım gibi avantajları olan büyükler karşısında birer birer kepenk kapatınca meydan birkaç büyük firmaya kalmış oldu. Gelinen son durumda bu zincir marketlerin belirlediği satış fiyatlarından, sürekli artan etiketlerden şikayetçiyiz. E hani serbest piyasa ekonomisi? E hani “isteyen istediği fiyatı koysun, önemli olan rekabettir” anlayışı? Benim mahalle bakkalım yerinde dursaydı, kendince bir kâr koyup satış fiyatını belirleyecekti. İşime gelirse alacaktım, gelmezse başkasına bakacaktım. Öyle bir durumda da isteyen zincir market istediği etiketi koysun, derdik. Bakkalın satış fiyatından yüksek olduğu takdirde istedikleri satışı yapamayacaklardı ki biz vatandaşlara ne onların kâr durumundan? Kaldı ki, şu anda dahi temel gıda maddeleri olsun, temel ihtiyaç malzemeleri olsun, halen alternatifler var, halen olması gerektiği gibi olmasa da bir rekabet söz konusu… Peki örneğin araç muayene istasyonlarının bir alternatifi var mı ki 10 dakikalık işleme bir yığın para veriyoruz? Doğalgazı alabileceğimiz başka bir mecra var mı? Peki ya akaryakıt? Devlet kurumlarına ödenen çeşit çeşit harçlar? Devlet eliyle fiyatları belirlenen bu gibi harcamalara gelen zamlar neden enflasyonun üzerinde? Yoksa bunlara yapılan fiyat artışlarına sebep olan da mı dış güçler? BİR TANE TÜRK GÖRDÜM, O DA BİZDEN DEĞİLDİ Herhangi bir müsabakada takımlardan birinde bir Türk oyuncu varsa, bütün memleket o takımın taraftarı haline geliverirdik. En azından çoğumuz, Rüştü Rençber yüzünden Barca, Nihat Kahveci yüzünden R.Sociedad, Arda Turan yüzünden Atletico taraftarı olmuştuk zamanında. Önceki gün Euroleague’de Barcelona-Anadolu Efes karşılaşması vardı. Parkede de tek bir Türk oyuncu: Sertaç Şanlı. İyi, güzel de milli basketbolcumuz Sertaç da Barcelona’nın oyuncusu! Sahadaki tek Türk’ün hatırına Barcelona’yı destekleyecek halimiz yok ama insan bir Türk takımında bir Türk görmek istiyor haliyle… VAH TÜRKÇEM VAH! Yıllardır ekranlara çıkarılan tuhaf programlara, tuhaf tiplere maruz durumdayız. Öyle dilbilgisi, mantık, tarih hataları yapılıyor ki isyan etmemek mümkün değil. Örneğin Beyaz TV’de cumartesi sabahı yayınlanan bir programda Neşet Ertaş’la ilgili bir bölüm yapmışlar. Belgesel havası verilmeye çalışılan bu sunumda, rahmetlinin hayatından bazı kesitler anlatılıyor. Ekranın altında da büyük harflerle aynen şu yazıyor: “YAŞAYAN EFSANE NEŞET ERTAŞ”. Hadi program yapımcısı fark etmedi, sunucu da mı fark etmez? Hadi o da fark etmedi, yahu sizin bir editörünüz falan yok mu? Yaşayan efsane tabiri, henüz hayatta olan, şimdiden efsaneleşmiş kişiler için kullanılır. Vefatı üzerinden 10 yılı aşkın süre geçmiş kişiye“yaşayan efsane” denmez! SON YÜZYILDA GEÇEN HAFTA (8-14 OCAK) · 14 Ocak 1925 Borçlanma Kanunu kabul edildi. · 8 Ocak 1928 Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt, Türk Ocağı’nda Latin harfleri ile konuşma yaptı. · 11 Ocak 1929 Şair Abdülhak Hamit Tarhan İstanbul milletvekilliğine seçildi. · 12 Ocak 1930 Cumhuriyet Gazetesi tarafından düzenlenen güzellik yarışmasını Mübeccel Namık Hanım kazandı. · 10 Ocak 1935 Depremde büyük zarar gören Marmara adaları tamamen boşaltıldı. · 9 Ocak 1936 Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi açıldı. · 11 Ocak 1942 Ankara’da ekmek karneye bağlandı, ekmek karneleri dağıtıldı. (7 yaşına kadar olan çocuklara günde 187.5 gram, yetişkinlere 375 gram ekmek hakkı tanındı) · 10 Ocak 1945 Anayasa’nın dili Türkçeleştirildi. (Teşrinievvel, Teşrinisani, Kanunuevvel, Kanunusani adları, sırayla Ekim, Kasım, Aralık, Ocak olarak değiştirildi. · 14 Ocak 1949 Hasan Saka, başbakanlıktan istifa etti, Şemsettin Günaltay kabineyi kurmakla görevlendirildi. · 12 Ocak 1951 Kore’de yaralanan askerlerimiz Tokyo’dan Türkiye’ye hareket getirildi. · 8 Ocak 1960 Hirfanlı Barajı açıldı. · 8 Ocak 1961 Olimpiyat şampiyonu güreşçimiz Yaşar Doğu öldü. · 9 Ocak 1964 Halide Edip Adıvar öldü. Yazar: Umut Gerçek